Mehmet Çavuş’la ilk tanışmam Çukurova’da meyve bahçelerinde ekipleriyle budamacılık yaparken oldu. İlkbaharda budama sonrasında ağaçlar çiçek açtığı zaman bahçelere kovanlarını getirip kuruyor, havalar ısındıkça yeni açan çiçeklerin onun deyimiyle “Baharların” peşinde daha yükseklere dağlara, yaylalara kovanlarını taşıyordu. Arılara olan tutkusu beni de onunla birlikte yaylalara doğru yolculuğa çıkardı.

Ben Tarsus’un yaylasında arıların içine doğdum, arıcılığı babamdan öğrendim. Köydeki birçok aile gibi bizim de kendi ihtiyacımızı karşılamak için kovanlarımız vardı“ diye anlattı. Mehmet Çavuş ve arkadaşları için arıcılık sadece kazanç kaynağı değil.  Hepsinin Tarsus’ta veya Mersin’in diğer ilçelerinde evleri var, köylerinde zeytin ve meyve yetiştiriciliği, zaman zaman da budamacılık gibi geçimlerini sağladıkları diğer işler yapıyorlar ama aracılık onların vazgeçilmezi olmuş.

Önce keşfe çıkıyorlar; dağlarda, meralarda baharlar ne zaman açacak onu belirliyorlar. Yeri bulununca köyün muhtarından izinler alınıyor, gerekli kayıtlar yapılıyor. Bizim hiç tahmin etmediğimiz otların çiçekleri aracılar için çok zengin besin kaynağı olabiliyor. Bu nedenle bir arıcı için yörenin florasını tanımak çok önemli.  Aralarında kuvvetli bir ağ kurmuşlar. Belirli arkadaş grupları birbirlerine yakın yerlerde konaklıyorlar. Mehmet Çavuş kendi köyünden çocukluk arkadaşları ile hareket ediyor. Yoldaşlık onlar için önemli. Dağlarda köylerin dışında çoğunlukla aileleri ile birlikte barakalarını çadırlarını kuruyorlar. Birbirlerine çaya, kahvaltıya, yemeğe gidiyorlar. Konaklanacak yere önce barakalar kuruluyor. Barakaları genellikle kendi yaptıkları 10-15 m2 büyüklüğünde bir oda. Her şey, mümkün olduğu kadar modüler ve pratik malzemelerden oluşuyor. Uzun kalacakları zaman TV, buzdolabı ve aydınlatma ihtiyacını karşılayacak güneş panellerini yanlarına alıyorlar

Daha sonra kamyonlarla kovanlar taşınıyor. Kovanların içerisine konacak petekler hazırlanıyor. Haftada en az 3-4 gün gıda takviyeleri ve hastalık bakımları yapılıyor. Bakım sırasında arıları sakinleştirmek için zaman zaman duman kullanıyorlar. Ayrı kurulan küçük yuvalarda kraliçeler çoğaltılıyor. Büyüyen kraliçe doğada kendi oğulunu oluşturuyor. Eğer oğulda birden fazla dişi varsa arılar en kuvvetlisini korumaya alıp diğerlerini öldürüyorlar. Artık yeni kraliçe etrafındaki 4-5 koruması  ile kovanı yönetmeye hazır.  Avcı arılar dışarı çıkıp polenleri topluyor, yaşlı arılar kovan girişinde bekçilik yaparak avdan gelenleri karşılıyor. Gelen polenler işçi arılar tarafından işleniyor.

Mehmet Çavuş’un arıcılık hakkında çok derin bilgisi var. Onun yanında arıdan korkmak pek mümkün değil. “Bal arısını kızdırmazsan sana zarar vermez” diyor.  Arı sevgisi onda öyle bir hale gelmiş ki, barınağın yanındaki çeşmede suya düşen arıları ölmesinler diye elleri ile teker teker çıkarıyor.  “Arıcılık yapanlarda bu iş bir bağımlılık haline geliyor, onlardan kopamıyorsun” diyor.  Ben ise Mehmet Çavuş ve yoldaşları ile birlikte geçirdiğim günlerde, onlarda asıl bu yaşam şeklinin; doğanın getirdiği özgürlük, özgürlüğün getirdiği yalnızlık, başına buyruk olabilme hissinin bağımlılık haline geldiğini düşündüm.

Mayıs ayında ovada narenciye ve avokado baharları ile başlayan yolculukları, Haziran ve Temmuz ayında yaylalarda “Kraliçelerini yeni baharlara taşıyarak” devam edecek. Onlarla vedalaşırken Temmuz ayında bal sağımı başladığı zaman yine baraklarına, sofralarına konuk olacağıma söz vererek yanlarından ayrıldım. 

Meriç Uluşahin

Haziran, 2021